Yapının tümünün müzesel nitelikte bir koruma altına alınmasından başka her çözüm idam fermanıdır. Binayı bir cam kafes içine koyup gerekli klima kontrollerini de yaparak müze koşullarını yaratmak tek çözümdür.. Yarın sabah deprem olacakmış gibi bütün taç kapıları ahşapla askıya alıp, olası bir depremde onulmaz bir yara almaması çok önemli bir sorunluluktur... Cami, alarm veren bir evrensel değerdir. Susmak bir suçtur.
Profesyonel yaşamımım yarım yüzyılı Divriği Külliyesi ile yoğruldu. 48 yıl bu yapı üzerinde çalıştım. Divriği Mucizesi (1999) ve Cennetin Kapıları (2010) adlı kitaplar, makaleler, koruma raporları yazageldim. 1967 yılında Michigan Üniversitesinde bütün bir yaz sömestrinde doktora yapan öğrencilerime Divriği taş oymalarını anlattım. 1967’de külliyenin rölövesini yaptık. 2011 yılında İTÜ’de olağanüstü bir Divriği sergisi bir yıl sergilendi ve bu sergi dünyada dolaştı. Elli yıldır Cennet Kapısı imgesi olan Kuzey taçkapısının eşsiz bir yontu sanatı başyapıtı olduğunu dünyaya duyurmaya çalıştım.
27 Ekim’de de Divriği Külliyesi’ni (n)inci kez görmeye gittim. Aradan geçen elli yılda, devletin giderek artan ilgisi ve para yardımına karşın, yapının durumu giderek kötüleşmiş ve daha çok tehlike içeren bir duruma girmiş. Yıllardır sözde uzman kurullarca kontrol altında olan yapının dünyada eşi olmayan taş yontu bezemesi büyük bir hızla yok oluyor. Cahil bürokrasi ve deneyimsiz ve bilgisiz uzmanlar yapının çoktan saptanmış tarihini öğrenmeden projeler üretiyor. Bu yapıyı çağdaş bir tutumla kurtaramamak toplumun hâlâ uygar olamamasının en büyük kanıtlarından biri olacaktır. Bilgisizliği kanıtlayan bir kültür suçu işlediğimizin farkında mıyız?
Divriği’nin eşsiz kıble kapısı, anlayışsızlık yüzünden doğaya mağlup oluyor. Doğal malzemenin dayanma sınırındayız. Hürrem Şah’ın ilahi yontusu kaya parçalarına dönüşüyor. Hava etkilerine hâlâ açık. Yontusal ayrıntıları birkaç milimetrelik hassas darbelerle biçimlenmiş bu dev kapı bezemesi, her şeyi bildiklerini sanan kimi uzman ve bürokratların tantanalı proje ve sözlerine karşın erimeye devam ediyor.
Hürremşah’ın yontusunun aklaşmış bir kayaya dönüşmesini önlemek için hemen dış hava etkilerinden uzaklaştırılması gerekiyor. Doğa bürokrasiyi beklemez.
DEHANIN AZ BULUNUR ÜRÜNÜ
Bu dünyada eşi olmayan başyapıtın tutkulu bir tarihçisi olarak Hürremşah’ı dünyanın en büyük yontucuları arasında kabul ediyorum ve doğa sevgisinin en büyük temsilcilerinden biri olarak da yüceltiyorum. Bu yapıt sadece saklanacak bir mücevher değil, bu her an koklanacak ölümsüz bir çiçektir. İnsan dehasının az bulunan bu ürünü güzellik saçıyor ve aydınlatıyor. Sanattan anlamayanlar bile, onu sırlı buluyorlar. En duyarsız insanlar taşın bir el oyası gibi işlenmesinden etkileniyor.
Bu kapının ‘Cennet Kapısı İmgesi’, sanatçının Asya tarihindeki bütün sonsuzluk imgelerini burada toplamış olmasından kaynaklanır. Taçkapının iki yanındaki palmetler doğadan esinlenmiyor. Sanatçı, cennette adını işittiği ağaçları simgelemek istiyor. Bu palmetlerden kurulu ve taçkapı çevresinde bir çelenk oluşturan sanal hayat ağaçları Yakındoğu arkeolojisinde, Mezopotamya’da Ur’daki kral mezarlarından bu yana bilinen, Hitit örneklerinde bir ağaç ve üzerinde bir güneş motifi ile gösterilen, Sasani imparatorlarının kaya mezarlarının girişlerinde büyük palmetler olarak görülen ve ya şamın sonsuzluğunu simgeleyen ‘hayat ağaçları’ dır.
Taçkapının iki tarafında üç katlı bir düzen içinde, her katı üç palmet sırası ve onu taçlandıran bir güneş diskinden oluşan bu simgesel ağaçlar, kapı çevresinde bir çelenk oluşturuyor. Bu dokuz kat olasılıkla Türk pagan eskatolojisinde Şaman’ın göğe çıkarken tırmandığı dokuz gök katı kavramından gelmektedir.
Hayat Ağacı yaşam simgesidir. Aydınlığa ve Tanrı’nın simgesel olarak bulunduğu Gök’e yükselmektedir. Taçkapının aksında en üstte bir lotüs çiçeği vardır. Lotüs cennette var olduğu kabul edilen bitkilerden biridir. Hint’ten Mısır’a ölümsüzlük simgesidir.
İSLAM SANATININ EN BÜYÜK TAŞ OYMA BAŞYAPITI
14 metre yüksekliğindeki bu anıtsal taçkapı, İslam sanatının en büyük taş oyma başyapıtıdır. Dünya yontu sanatının İslam kültürü ve anlayışı bağlamında düşünülmek kaydıyla, en büyük yaratıcılarından ve ustalarından biri Hürremşah’tır. Eğer ömrü ya da koşullar uygun olsaydı, bu kapının işçiliği sadece onun elinden çıksaydı, kanımca, kendi kültürünün ilkeleri içinde, dünya heykel sanatının en büyük yontucularından biri düzeyinde bilinirdi. İslam sanatının hiçbir döneminde, hiçbir sanat alanında olmayan bu yapıt, hayranlık uyandıran bir yontu ustalığıdır.
Hürremşah’ın hayranlık uyandıran sanatı caminin planında görülür. Bu cami Selçuk çağı ulucamileri içinde en güzel planlanmışıdır. Mihrap duvarı ve önündeki kubbeli maksure de İslam ortaçağının en özgün tasarımlarından biridir fakat yarım kalmıştır.
Kıble taçkapısı kadar Şifahane taçkapısı da başka örneği olmayan bir tasarımdır. Burada hemen hiçbir ayrıntı tam bitmiş olarak Hürremşah’ın değildir. Bu bitmemişlik bizim için büyük bir tarihi talihsizliktir. Fakat böyle evrensel bir sanatçının yapıtına bu topraklarda sahip olmak toplumumuz için bir uygar yücelik öğesidir.
BİLGİSİZLİK, DEĞERBİLMEZLİK
Ulu caminin sorunları bundan ibaret değildir. Bu kapılar herhangi bir depremde bir daha yan yana getirilemeyecek şekilde dağılabilir. Birkaç yıl önce duvar temellerinde tasman çatlakları saptamıştık koruma, yapının özgün biçimini de korumalıdır. Adi saçaklı ve teneke ya da kiremit örtülü ve madeni yağmur boruları olan bir Selçuklu yapısı bizden önce görülmedi.
Bilgisizlik bu hazineye sahip olmayı zorlaştırıyor. Berlin’e götürülmüş Bergama Altarı, British Museum’a götürülmüş Partenon Frizleri yapılar içinde korunuyor. Avusturyalılar Efes’te antik buluntular için çatı yaptılar.
Divriği de sorun, hava etkilerine 800 yıldır açık olan taçkapıları örtmektir.
Bu bir ihale sorunu, bir teknik iş değildir. Burada temel kararı yönlendirecek olan evrensel bir sanat sorunudur. Korumanın temel amacı, Hürremşah yontularını korumaktır. Karşımızda müzeye kaldırılması gereken bir sanat başyapıtı var. Sadece taçkapıları örtmek gibi mimari olarak gülünç bir çözüm değil, yapının tümünün müzesel nitelikte bir koruma altına alınmasından başka her çözüm idam fermanıdır. Binayı bir cam kafes içine koyup gerekli klima kontrollerini de yaparak müze koşullarını yaratmak tek çözümdür .
Bezemenin zamanla erimesi ya da donda çatlayıp kırılması tehlikesi yanında daha büyük tehlike bu bölgede olacak bir depremdir. Eğer taçkapılar yıkılacak olursa bunların restorasyonu bir daha gerçekleşemez. Onun için yarın sabah deprem olacakmış gibi bütün taçkapıları ahşapla askıya alıp olası bir depremde onulmaz bir yara almaması çok önemli bir sorunluluktur.
Divriği Ulu Camisi tarihi anlamamış, sanat tarihindeki konumunu değerlendirememiş karar ve projelerle oyalanamayacak kadar gecikmiş alarm veren bir evrensel değerdir. Yıllardır süren vurdum duymazlığı suçlamak bu ulusal mirası kurtarmaya yetmez.
Fakat susmak bir suçtur.
Kapılarını ve maksuresini güvenli olacak şekilde askıya alarak yapıyı tümüyle örtmekten başka bir çare yoktur. Bu güvenliği sağlayıp restorasyon yapmaya devam edilebilir. Bu taçkapı yontularının müze koşullarında korunması ile yapının cami olarak kullanılması arasında bir çelişki de yoktur.
Divriği Başyapıtını Koruyamamak Bir Uygarlık Yokluğudur - Doğan Kuban
By Unknown | 11:33
Leave a Comment
0 yorum: